Mevlana – İnsanın kendi sınırlarını aşma arzusu, Doğu ve Batı düşünce tarihinde derin izler bırakmıştır. “Kendini aşma” (self-transcendence) kavramı, modern psikolojide Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi teorisinin son basamağı olarak tanımlanırken, İslam tasavvuf kültüründe Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî gibi düşünürler tarafından daha çok manevî kemâl ve İlahî hakikate yöneliş süreci olarak değerlendirilmiştir. Bu üç yaklaşım, farklı bağlamlarda gelişmiş olsa da insanın varoluşunun nihai amacını “benlikten sıyrılarak daha yüce bir gayeye yönelme” olarak ortak biçimde ifade eder.
Kendini Aşma
Abraham Maslow, ihtiyaçlar hiyerarşisini başta beş basamaklı olarak tanımlasa da, hayatının son dönemlerinde, hiyerarşinin “self-transcendence” kavramını en üst düzeye eklemiştir (Maslow, 1969). Maslow’a göre kişi, “kendini gerçekleştirme” aşamasını aştığında, bireysel potansiyelini ortaya koymanın ötesine geçerek daha büyük bir bütünün hizmetine girer. Bu süreç, başkalarının iyiliği için çalışmayı, insanlık yararına projeler üretmeyi ve evrensel değerlere uyum sağlamayı içerir.
Pozitif psikoloji, Maslow’un kendini aşma anlayışını, anlam ve amaç odaklı bir yaşamın temel unsuru olarak görür. Viktor Frankl’ın logoterapi yaklaşımı da benzer şekilde, yaşamın anlamını bireyin ötesinde, başkalarına veya daha yüce değerlere hizmette bulur (Frankl, 2006). Ancak Maslow’un yaklaşımı çoğunlukla seküler bir çerçevede kalır.
Fenâ ve İlahi Aşk
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, insanın kendini aşmasını “fenâ” (benlikten geçme) süreciyle tanımlar. Mesnevî’de, “Sen sen olduğun sürece Hak seni kabul etmez; sen sen olmaktan çıkarsan Hak seni kabul eder” (Mesnevî, II, beyit 1850) diyerek, ilahî aşk ile benliğin erimesini vurgular. Ona göre insan, kendi nefsinin sınırlı arzularından sıyrıldığında tüm varlıkla bir bağ kurar.
Mevlana ’nın yaklaşımında, kendini aşma yalnızca bireysel bir içsel huzur süreci değil, aynı zamanda ahlaki olgunlaşma ve toplumsal sorumlulukla bütünleşen bir manevi yükseliştir. İlahi aşk, kişiyi bencillikten çıkararak evrensel merhamet ve adalet duygusuna yönlendirir.
Benlik ve Tevhid
Çağımız düşünürlerinden olan Bediüzzaman, insanın kendini aşmasını “ene” (benlik) kavramı üzerinden açıklar. Ona göre, benlik, Allah’ın isim ve sıfatlarını anlamak için insana verilmiş bir ölçü aletidir; ancak insan bu emaneti kendine mal ettiğinde kibir ve bencillik ortaya çıkar (Nursî, Sözler, Otuzuncu Söz). Kendini aşmayı, benliği mutlak sahiplikten çıkarıp, İlahi hakikatleri kavramaya aracılık eden bir anahtar olarak görmektir.
Aynı düşünüre göre, kendini aşma tevhid bilinciyle gerçekleşir. İnsan, kendi sınırlılığını idrak ettikçe Allah’ın mutlak kudretini fark eder. Bu farkındalık, yalnızca bireysel huzur sağlamaz; aynı zamanda insanı toplumsal barış, adalet ve sorumluluk bilincine taşır.
Karşılaştırmalı Değerlendirme
Söz konusu düşünürlerin yaklaşımlarının ortak noktası, bireyin kendi dar benlik algısını aşarak daha geniş bir varoluş düzeyine erişmesi gerektiğidir. Ancak hedefin tanımı ve yöntemi farklıdır:
Maslow: Kendini aşma, evrensel insani değerler ve anlam arayışı çerçevesinde seküler bir bilinç düzeyidir.
Mevlana: Fenâ ve ilahi aşkla, varlığı Allah’ta eritme sürecidir.
Bediüzzaman: Ene’nin, tevhid bilinciyle Allah’ın isim ve sıfatlarını tanıma aracı hâline getirilmesidir.
Bu farklılıklar, kendini aşma kavramının hem psikolojik hem de manevî bağlamlarda zengin yorumlara açık olduğunu gösterir.
Sonuç
İster Maslow’un bilimsel modeli, ister Mevlana ’nın tasavvufi fenâ anlayışı, ister Bediüzzaman’ın tevhid eksenli yorumu ele alınsın, insanın kendini aşma süreci bireyin varoluşunu daha yüce bir amaca bağlama çabasıdır. Modern dünyada, bu yaklaşımlar birbirini tamamlayarak, insanın hem ruhsal hem toplumsal gelişimi için güçlü bir yol haritası sunabilir.
Kaynaklar
Frankl, V. E. (2006). İnsanın Anlam Arayışı. İstanbul: Okuyanus Yayınları.
Maslow, A. H. (1969). The Farther Reaches of Human Nature. New York: Viking Press.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî. Mesnevî-i Şerif.
Nursî, S. (2020). Sözler. İstanbul: Yeni Asya Neşriyat.