Dil ve Düşünce – Dil, insan zihninin en güçlü araçlarından biridir. Ancak bu aracın yalnızca iletişim için mi kullanıldığı, yoksa düşüncenin biçimlenmesinde aktif bir rol mü oynadığı, uzun süredir felsefi ve bilimsel tartışmaların merkezinde yer almaktadır. Lera Boroditsky’nin 2017 tarihli TED konuşması “How Language Shapes the Way We Think”, bu soruya deneysel örnekler üzerinden yanıt arar. Bu makalede, Boroditsky’nin sunduğu kanıtlar epistemolojik açıdan incelenmekte; dilin bilişsel dünyayı nasıl şekillendirdiği psikodilbilimsel ve kültürel bağlamda tartışılmaktadır. Bulgular, dilin yalnızca düşüncenin aracı değil, aynı zamanda onun sınırlarını çizen bir epistemik yapı olduğunu göstermektedir. Ancak bu ilişkinin mutlak değil, karşılıklı bir etkileşim süreci olduğu da vurgulanmaktadır.
Giriş: Anlamlandırma – Sembolizm – Dil – Düşünce
İnsan zihni, dünyayı anlamlandırmak için sembolik bir düzene ihtiyaç duyar. Bu düzenin en gelişmiş formu dildir. Ancak “dil mi düşünceyi şekillendirir, yoksa düşünce mi dili üretir?” sorusu, yüzyıllardır süregelen felsefi bir tartışmadır. Platon’dan Wittgenstein’a, Humboldt’tan Sapir ve Whorf’a kadar birçok düşünür, dilin bilgi üretimi üzerindeki etkisini farklı açılardan yorumlamıştır (Whorf, 1956). Lera Boroditsky, bu klasik tartışmayı çağdaş bilişsel psikolojiyle buluşturarak, deneysel veriler üzerinden “dil düşüncenin sınırlarını çizer” önermesini yeniden gündeme taşımıştır (Boroditsky, 2011).
Bu makale, Boroditsky’nin örneklerini kullanarak, dilin insanın epistemolojik yapısını nasıl şekillendirdiğini tartışmayı amaçlamaktadır. Temel iddia, dilin yalnızca bir düşünme biçimi değil, aynı zamanda bilginin oluştuğu bilişsel çerçeveyi belirleyen bir sistem olduğudur.
1. Dilin Epistemolojik Gücü
Epistemoloji, bilginin kaynağını, doğasını ve sınırlarını araştırır. Bu bağlamda dil, yalnızca bir aktarım aracı değil, bilginin kendisini kuran bir altyapı olarak değerlendirilebilir. Wittgenstein’ın “Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır” ifadesi, bu ilişkiyi özlü biçimde açıklar (Wittgenstein, 1922). Boroditsky, bu yaklaşımı deneysel örneklerle destekleyerek, dilin bilişsel yönlendirme gücünü göstermektedir.
Avustralya’daki Kuuk Thaayorre halkı örneğinde, konuşucular “sol” veya “sağ” yerine “kuzey”, “güney”, “doğu”, “batı” gibi yön belirteçleri kullanır. Bu dilsel özellik, onların mekânsal farkındalıklarını güçlendirir ve çevresel yönelim yetilerini artırır (Boroditsky, 2011). Burada epistemolojik olarak dikkat çeken nokta, bilginin duyusal deneyimden ziyade, dilsel yapı üzerinden organize edilmesidir. Yani “yön” kavramı, yalnızca dış dünyadan değil, dilin zihne sunduğu kavramsal ızgaradan da geçmektedir.
2. Zamanın Dili, Düşüncenin Zamanı
Boroditsky’nin deneyleri, zaman algısının da dilden bağımsız olmadığını göstermektedir. İngilizce konuşucular zamanı yatay bir eksende (soldan sağa) tasavvur ederken, Kuuk Thaayorre halkı zamanı coğrafi yönlere göre (doğudan batıya) düzenlemektedir (Boroditsky & Gaby, 2010).
Bu örnek, epistemolojik açıdan iki önemli sonuca işaret eder:
-
Zamanın zihinsel temsili evrensel değildir; diller farklı zaman metaforları üretir.
-
Bilgi, yalnızca algısal süreçlerin sonucu değildir; dilsel kategoriler, bilişsel şemaların biçimlenmesinde etkilidir.
Bu bağlamda, “zaman” kavramı evrensel bir gerçeklik değil, dilsel bir inşa olarak düşünülebilir. Her dil, konuşucusuna farklı bir zaman epistemolojisi sunar.
3. Renk ve Sayı: Dilin Kavramsal Sınırları
Boroditsky’nin değindiği bir diğer alan, renk kategorileridir. Rusça konuşanlar, “goluboy” (açık mavi) ve “siniy” (koyu mavi) ayrımını yaparken, İngilizce’de bu iki ton tek bir kelimeyle (“blue”) ifade edilir. Deneyler, Rusça konuşanların bu renkleri ayırt etmede daha hızlı tepki verdiklerini göstermiştir (Winawer et al., 2007).
Bu durum, renk algısının biyolojik temelleri kadar, dilsel sınıflandırmanın da algısal farklılık yarattığını göstermektedir. Yani bilgi, yalnızca gözle görülenden ibaret değildir; onu tanımlayan dilsel çerçeve, epistemik ayrımları oluşturur.
Benzer biçimde, bazı yerli dillerde belirli sayı kelimelerinin olmaması, sayısal düşünmeyi sınırlandırmaktadır (Gordon, 2004). Bu, “sayı” kavramının doğuştan mı yoksa kültürel-dilsel bir inşa mı olduğunu sorgulatır. Eğer bir kavram, dile yerleşmemişse, o kavramın bilinçteki yeri de bulanık kalmaktadır.
4. Gramatikal Cinsiyet: Sözcüklerin Ontolojisi
Dilin bilişsel etkilerinden biri de gramatikal cinsiyet yapılarıdır. Almanca’da “köprü” dişi (die Brücke), İspanyolca’da ise erkektir (el puente). Boroditsky’nin çalışmalarında, Almanca konuşanlar “köprü”yü “zarif” ya da “güzel” olarak; İspanyolca konuşanlar ise “güçlü” veya “uzun” olarak tanımlama eğilimindedir (Boroditsky et al., 2003).
Bu bulgu, dilin yalnızca düşünceyi aktarmadığını, aynı zamanda nesnelere ontolojik nitelikler yüklediğini göstermektedir. Yani, dilsel form, nesnelerin zihinsel temsiline yön verir. Bu durum, bilginin “objektif” değil, dilsel olarak koşullanmış bir inşa olduğunu savunan epistemolojik relativizmi destekler.
5. Eleştirel Değerlendirme: Determinizm mi, Etkileşim mi?
Boroditsky’nin bulguları, dilin düşünce üzerindeki etkisini güçlü biçimde destekler. Ancak bu ilişkinin mutlak bir determinizm mi yoksa çift yönlü bir etkileşim mi olduğu tartışmalıdır. Whorf’un ileri sürdüğü “dilsel determinizm”, her düşüncenin dil tarafından belirlendiğini savunur (Whorf, 1956). Oysa çağdaş yaklaşımlar, dilin düşünceyi yönlendirdiği, ancak tamamen belirlemediği görüşünü benimser (Gumperz & Levinson, 1996).
Bu nedenle, dil – düşünce ilişkisini sabit bir neden-sonuç zinciri olarak değil, dinamik bir etkileşim alanı olarak görmek gerekir. İnsan zihni dili biçimlendirirken, dil de zihni şekillendirir. Bu karşılıklı etkileşim, epistemik çeşitliliğin kaynağını oluşturur.
6. Sonuç: Dil Anlamlandırmanın Özgün Yoludur.
Dil, insanın bilişsel evrenini örgütleyen en güçlü yapısal araçtır. Lera Boroditsky’nin deneysel bulguları, dilin yalnızca bir iletişim sistemi olmadığını; aynı zamanda bilginin biçimlenme sürecinde aktif bir rol oynadığını göstermektedir. Farklı diller, farklı bilişsel yönelimler, zaman metaforları ve kavramsal sınıflandırmalar üretir. Bu durum, “gerçeklik”in tekil bir yapı değil, dilsel olarak şekillenmiş bir çoğulluk olduğunu ortaya koyar.
Epistemolojik açıdan, dilin düşünceyi şekillendirmesi, insan bilgisinin göreliliğini vurgular. Ancak bu görelilik, bilişsel bir zenginliktir; her dil, dünyayı anlamlandırmanın özgün bir yolunu sunar.
Kaynaklar
-
Boroditsky, L. (2011). How language shapes thought. Scientific American, 304(2), 62–65.
-
Boroditsky, L., Schmidt, L. A., & Phillips, W. (2003). Sex, syntax, and semantics. In D. Gentner & S. Goldin-Meadow (Eds.), Language in mind: Advances in the study of language and thought (pp. 61–79). MIT Press.
-
Boroditsky, L., & Gaby, A. (2010). Remembrances of times east: Absolute spatial representations of time in an Australian Aboriginal community. Psychological Science, 21(11), 1635–1639.
-
Gordon, P. (2004). Numerical cognition without words: Evidence from Amazonia. Science, 306(5695), 496–499.
-
Gumperz, J. J., & Levinson, S. C. (Eds.). (1996). Rethinking linguistic relativity. Cambridge University Press.
-
Whorf, B. L. (1956). Language, thought, and reality: Selected writings of Benjamin Lee Whorf. MIT Press.
-
Winawer, J., Witthoft, N., Frank, M. C., Wu, L., Wade, A. R., & Boroditsky, L. (2007). Russian blues reveal effects of language on color discrimination. Proceedings of the National Academy of Sciences, 104(19), 7780–7785.
-
Wittgenstein, L. (1922). Tractatus Logico-Philosophicus. Routledge & Kegan Paul.