Neden Hep İnsanlar Aynı Tipte İlişkilere Yönelme Eğilimindedir – Hiç hayatımıza giren insanların birbirlerine ne kadar benzediğini fark ettiniz mi? “Her seferinde aynı tip insanlara denk geliyorum!” cümlesini kaç kere duydunuz veya söylediniz? Farklı yüzler, farklı hikayeler ama aynı duygular ve aynı sonlar…
Peki neden birbirine benzeyen kişilerle bağ kurmak isteriz? Gelin beraber bakalım!
Neden Hep İnsanlar Aynı Tipte İlişkilere Yönelme Eğilimindedir?
Aslında bu durum bir tesadüf değildir; psikolojik bir tekrardır. İnsan beyni; tanıdık olana yönelme eğilimindedir. Ne kadar acı verici olsa da beynimiz “Tanıdık olan güvenlidir.” düşüncesiyle hareket eder.
Çocuklukta öğrendiğimiz ilişki dili veya bağlanma stilimiz yetişkinlikteki ilişkilerimizin temelini oluşturur. Bir çocuk, sevgiyi nasıl tanımlarsa büyüdüğünde de kendi sevgi tanımını karşılayan kişileri seçer. Sonucunda kişi farkında olmadan yeniden tanıdık olanın peşinden gider. Ve farkında olmadan girdiği bu sürecin tamamen kendisinin dışında geliştiğine ve istenmedik durumların hep kendisini bulduğunu düşünür. Bilinçdışı şöyle der: “Tanıdık olanı seç çünkü bunu biliyorsun.” Ancak bildiğimiz şey her zaman iyi olmayabilir.
Psikanaliz kuramın kurucusu Sigmund Freud, bu durumu yineleme zorlantısı olarak tanımlar. Freud’a göre insanlar; bastırılmış deneyimlerin çözülmeden kalması halinde, onları hatırlamak veya yorumlamak yerine benzer biçimlerde tekrar yaşama eğilimindedir. Ancak çoğu zaman bu iyileşmek yerine, aynı yarayı yeniden açmaya sebep olur.
İyileşme ise bu döngüyü fark etmekle başlar. Kişinin kendine “Neden hep aynı kişilere yöneliyorum?” diye sorduğu o cesur anda başlar. Çünkü bilişsel farkındalık geçmişi değiştirmez ancak geleceği değiştirebilir.
Belki de artık tanıdık olana değil de güvenli bağlanabileceğiniz birine yönelmenin zamanı gelmiştir.
Kaynaklar
- Bostan, E. (2019). KORKU’NUN BAKIŞI: PEEPING TOM. Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 7, Sayı: 98, s. 277-299.
- Gültekin, A. C. (2021). Freud ve Heidegger’de Kaynağa Dönüş Teması. FLSF Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, (31), 561-576.